Thursday, July 21, 2011

Merhaba, ben hyrax...

Önnot: Aşağıdaki yazı İstem Fer'in Naturalis Histeria blogunda yayınlanmıştı. Görünce kendisini FUYASA'ya dahil etmeden duramadık. Böylece İstem de FUYASA blogunun yazarlarından biri oldu ve ileride yeni FUYASA'larla karşınızda olacak.

Yaklaşık 4 kilogram ağırlığında karasal bir memeli düşünün. Yaşayan en yakın akrabaları filler ve sirenyanlar (deniz inekleri) olsun. Pofuduk ayak tabanlarıyla tahmin edemeyeceğiniz tırmanma yetenekleri, diğer bitkiyle beslenen hayvanlarınkine benzemeyen (ancak fildişini andıran ;) ) ilginç kesici dişleri olsun.
















Ama ilginçlikleri bununla da bitmesin. İdrarını yaptığı ve dışkıladığı yer konusunda seçici olsun ve nesiller boyunca (bin yıllar boyu) defalarca aynı yere dışkılasın. Sonra da paleoiklimciler bu fosilleşmiş dışkılardan geçmiş iklimleri tahmin etsinler. Tanıştırayım..Hyrax, Procavia capensis


Ben de kendisiyle geçen yaz Kenya, Hell’s Gate Milli Parkı‘nda tanıştım (tanışma anımız yukarıda :) ). Bu miniğin dışkısı eşi bulunmaz paleoiklimsel ve çevresel ipuçları içeriyor. Bunun üç önemli nedeni var: Birincisi az önce de değindiğim gibi binyıllarca (bazı örnekler 30.000 yıl geriye gidebiliyor!) aynı yere dışkılamaları. İkincisi bu hayvanların kayalık yerlerde yaşamaları ve bu kayalık bölgelerde her zaman istenildiği gibi derin karot örnekleri alınamaması. Üçüncüsü ise benzer türlerin daha iri taneli dışkılarına göre daha fazla üre oranına sahip bu dışkının, stratigrafik olarak bir bütünlük yani süreklilik sağlaması.

İdrarlı dışkı kristalleşerek, bu kayalık ve kuru bölgelerde başka türlü elde edilemeyecek paleoiklimsel vekiller (proxy) oluşturuyor. İlk kez Güney Afrika’lı polen bilimci Louis Scott tarafından, içerdiği polenler açısından incelenen hyrax dışkısı artık moleküler seviyede araştırılıyor. Paleoiklimciler, fosilleşmiş dışkılardaki kararlı azot izotoplarından elde ettikleri verilerle geçmişteki bitki örtüsüne, nem miktarına ve iklimsel koşullara dair çıkarımlarda bulunabiliyorlar.










Soldaki resim: Kayalıklardan dışkı örneklemesi yapılırken.
Sağdaki resim: Dışkının in situ ve kesit görüntüleri.

İstem

Saturday, June 18, 2011

Merhaba, ben yılan bıçağı...

(Önnot: Bu yazı blogumuzun yeni fütursuz yaban hayat sarılgan yazarı Melis Or Akman tarafından kaleme alınmış olup, FUYASA'nın ilk bitkisi olma şerefine naildir. Bitkilerle FUYASA devam edecek! - Biyolokum)

İngilizce bir isme karar kılamamış beni adlandıranlar. Dragon Arum, Snake Lily (yılan zambağı) ve hatta Black Dragon (siyah ejderha) diye de çağırılırım. Favorim siyah ejderha çünkü bu ismi çiçeğimin içine gizlenmiş bir ejderha olduğunu düşündükleri için koymuşlar. Siz insanlar pek bir yaratıcısınız, sizi gidi. Latince adım Drancunculus vulgaris. Aslında çok sıradan bir bitkiyim, ta ki bahar gelip şu kocaman çiceğimi açana kadar.


Benim çiçeğimi büyük sandıysanız daha bir şey görmediniz. Uzaktan akrabam ceset çiçeği inanılmaz bir büyüklüğe sahiptir. Ama kendisi cesetlerle anılmayı istemediğinden ona Amorphophallus titanium da diyebilirsiniz.

Çiçeklerimiz birbirine çok benzer aslında. İkimizin de koyu mor bir taç yaprağı ve içinde uzun mızrağımsı bir üreme organı var. Zor zanaat bu koca çiçeği büyütmek. Keşke onunla da bitse. Bu güzelim mor çiçekle kendimi süslesem püslesem de, uygun bir eş bulmak benim için de oldukça zor şey. Arada ayaklanıp diğer yılan bıçaklarının yanına yanaşasım geliyor. Malesef bitkisel yaşam buna müsade etmiyor. Yine de aklımı kullanıp polenlerimi diğer dişilere götürmenin bir yolunu bulup çaresine bakıyorum. Milyonlarca yıl boyunca ben de bir kaç numara öğrendim doğal seçilimden. Sıkılıyorum bütün gün otur otur, arada kafa çalıştırmak iyi oluyor. Aslında böcekler bunun için biçilmiş kaftan ama onlara da çekiciliğimden fazlası gerekiyor malesef. Bu işten bir kar etmeyince pek de yanaşmıyorlar polenlerimi taşımaya. Ah nerde o eski böcekler. Ne yapayım ben de zaaflarını kullanıp onları kandırmak zorunda kalıyorum. Çiçeğimin ucundaki spadiks diye adlandırdığınız kısımdan yavaş yavaş çürüyen et kokusu yayıyorum (aynı uzaktan kuzenim ceset çiçeği gibi-şimdi neden ceset çiçeği dendiğini anlamışsınızdır). İşte o zaman böcekler akın akın bana geliyor, polenlerimi alıp başka yılan bıçaklarına götürüyorlar sağ olsunlar. Böylece farklı bireylerden boy boy çocuklarım oluyor. Çocuklarımın genetik çeşitliliğini arttırıyorum ve türümün devamlılığını sağlıyorum. Bu konuda bir çok hayvandan bir farkım yok aslında, tek amacım üremek ve olabilecek en sağlıklı bireyleri dünyaya getirmek.
Çiçeğimin rengi o kadar etkileyici ki yaydığım bu berbat kokuya rağmen insanlar beni bahçelerine konuk ediyorlar. Aslında Balkanlar’da, Yunanistan ve Turkiye’de yetiştiğim halde, beni beğenip ta Amerika’ya, Avusturalya’ya kadar götürenler olmuş. Böylece yeni yerler görmüş oluyorum, fena olmuyor. Mayıs ayında Akdeniz civarlarında dolaşırsanız eğer çevrenize bir bakın, belki tanışma fırsatımız olur.

Friday, May 20, 2011

Merhaba, ben domuz burunlu su kaplumbağası...

Latince ismimle Carettochelys insculpta. Bugün burada Dünya Kaplumbağa Günü'nü kutlamak amacıyla bulunuyorum: 23 Mayıs! Diğer Testudine kardeşlerimi temsilen bugün niye bendeniz sizlerin karşısındayım? Çünkü bana söylendiğine göre burnum çok güzelmiş, gerçi telefonda Biyolokum hanımefendi ile konuşurken kendisi bunu bana ilettiğinde sesinde hafif bir alaycılık da sezmedim değil. Sebep ne olursa olsun, bilge bir hayvan oluşumdan dolayı, türümü siz FUYASAcılara tanıtmak için elime geçen bu fırsatı kaçırmak istemedim.

Bizler Avustralya ve Yeni Zelanda taraflarında yaşayan kaplumbağalarız. Hepimiz tatlısularda yaşamayı seviyoruz. Ve diğer tatlısu kaplumbağalarından en önemli farkımız, bizim sucul yaşama en iyi uyum sağlamış kaplumbağalar olmamız, tabi deniz kaplumbağalarından sonra. Bunu hava atmak için söylemiyorum, gerçekten, mesela ayaklarımız yüzgeç şeklini almıştır.

İncir en sevdiğimiz meyvedir. Ama kabukluları ve böcekleri de pek severiz. Ölüp de nehre sürüklenen kanguru ve ineklerin leşlerini de yediğimiz doğrudur. Birilerinin nehirleri temiz tutması gerek, biz de üzerimize düşeni yapıyoruz, inşallah maşallah.

Bence bize dair en ilginç şeylerden biri yavrularımızın yumurtadan çıkış şekli. Biz kurak mevsimlerde tatlısuyun kumlu kıyılarına yumurtalarımızı bırakırız. Yavrular yumurtanın içinde gelişimlerini tamamladıktan sonra, kabuğu kırık hemen çıkmak yerine, dışarıda uygun koşulların oluşmasını bekler, uykuya yatarlar. Peki uygun zamanı nasıl anlarlar? Efendim, ne zaman ki yağış artar, bu kum kıyılar suya gömülürse, veyahut daha da ilginci, havada ani bir basınç düşmesi olup da bir fırtınanın yaklaştığı anlaşılırsa, yumurtalar çatlamaya başlar. Yumurtaların çatlamasının yarattığı titreşimler diğer yumurtaların da çatlamaya başlaması için tetikleyici etkendir. Şimdi buradaki şahaneliği size şöyle anlatayım, bakın ne kadar akıllı olduğumuzu oradan görün. Eğer her yavru, gelişimi tamamlanır tamamlanmaz yumurtadan çıkıyor olsaydı, o zaman hepsi farklı zamanlarda yumurtadan çıkacak ve birbirlerine yardımcı olamayacaklardı. Oysaki bir dış etkeni yumurtadan çıkmak için tetikleyici etken olarak kullanmamız sayesinde bütün yavrular aynı zamanda yumurtadan çıkıyor, kumu kazıp yüzeye çıkmak için birbirlerine yardımcı oluyorlar, üstelik bu sayede, bereketli yağmurlar ne zaman başlarsa o zaman yumurtadan çıkmış oluyorlar.

Sevimli burnumuz bizi popüler bir ev hayvanı haline getirdiğinden, aile bireylerimiz hayvan kaçakçıları tarafından yakalanıp başka ülkelere götürülüyorlar. Buna çok üzülüyoruz, çünkü türümüz yok olma tehlikesi altında. Daha çok yakın bir zamanda, Aralık 2010'da, ailemizden 11bin bireyi toplayıp kaçırdılar. Neyse ki bu vicdansız insanlar yakalandılar ve bizimkiler de evlerine geri gönderildi.

Sanırım bu Dünya Kaplumbağa Günü'ne dönüp ''hayvanları yerinde sevin'' mesajını iletmenin tam yeri. Aldık mı mesajı? E hadi o zaman ben bakkaldan bi ekmek kapıp eve koşayım hanım bekliyo yemek masasını kurmuş (yeni bi kanguru düşmüş nehre diyolla).

Monday, December 27, 2010

Merhaba ben deniz kurabiyesi (Clypeaster subdepressus)

Merhaba ben deniz kurabiyesi*,



İngilizce'de "sand dollar" veya "sea biscuit" diye anılıyorum. Esasen Clypeasteroida takımından bir tür deniz kestanesiyim.O kadar sevimli bişeyim ki anlatılacak gibi değil. O yüzden dünyanın dört bir yanından bilim insanları beni okyanuslarda denizlerde arayıp laboratuvarlarında konuk ediyor ve gelişimimin her aşamasını fotoğraflayıp videoya çekiyorlar. Mesela bakın yakın zamanda şnorkeli ile Brezilya kıyılarında gezinirken bana rastlayan Bruno Vellutini benim hakkımda harika bir video hazırladı: 




A Sea Biscuit's Life from Bruno Vellutini on Vimeo (Biosciences Institute of University of São Paulo).

Bu video deniz kurabiyesi Clypeaster subdepressus'un yaşam döngüsünü gösteriyor. São Sebastião Kanalı'nın kum yataklarından toplanılan yetişkin bireylerin laboratuvar ortamında yumurta ve sperm salmaları sağlanmış. Embriyo gelişimi ışık mikroskobu ile gözlenmiş. Embriyolar gelişim sürecinde yaklaşık 0.2 mm genişliğinde yüzen larvalara dönüşüyor ve bu larvalar metamorfoza dek mikroalglerle besleniyor. Larvanın içinde, daha sonra yetişkin bireyi oluşturacak deniz kurabiyesi gelişmeye başlıyor ve ayakçıkları ile dikenleri oluşur oluşmaz metamorfoz gerçekleşiyor. Genç birey larvaya ait dokuları emiyor ve kum taneleri arasındaki yeni evini keşfe çıkıyor.

 Bruno beni o kadar sevdi ki, hakkımda bilimsel bir makale de yayınlamayı ihmal etmedi, böylece bilimsel dergilerden başka hiçbir şey okumayan bilim insanlarının da benden haberi oldu. İşte gerçek bir Fuyasa insanı bu Bruno. Makaledeki bazı fotoğraflarımı görmek istersiniz diye buraya da koyuyorum. Evet çok güzelim, çok sevimliyim, kedi canımı yiyin. Sevgiler, saygılar.



Şu adresten de başka nefiz deniz canlılarının fotoğraflarına göz atabilirsiniz.

 * Yazının ilk halinde "deniz kurabiyesi" yerine "deniz bisküvisi" ifadesini kullanmıştım ama sizlerden gelen öneriler doğrultusunda "deniz kurabiyesi"nin bu sevimli Fuyasa hayvanına daha uygun bir isim olduğuna karar verip değiştirdim. 

Tuesday, December 7, 2010

Merhaba, ben eşşek sıpası Düygü

.... tez yazdığım için blogla ilgilenemiyorum. Gül gibi 2010 bitiyor. Ama 2011'de çeşit çeşit acaip mahlukat ile geri döneceğiz gibi görünüyor!

Thursday, June 24, 2010

Merhaba, ben mezarcı böceklerden Nicrophorus investigator...

İsmimden de anlayabileceğiniz gibi, benim olayım ölmüş kuşların ve fare, sıçan gibi kemirgenlerin ruhuna bir el fatiha okumak sureti ile onları gömmektir. Onları larvalarıma besin kaynağı olarak kullanırım. Biz böcekler arasında nadir rastlanan bir kadın erkek eşitliğinden yanayız: hem hatunlar hem efendiler çocuklara bakmakla yükümlü. Hayır, romantik olduğum için duyargalarımın ucuna gül takmadım. Onlar kemoreseptörlerim, ölmüş hayvanları algılayabilmemi sağlıyorlar. Size bişiy diyim mi, bizim hatunlar o kadar tutumlu ki, önceki sevişmelerden artan spermleri, daha sonra kendi kendilerine çocuk yapmak için kullanıyorlar.

Merhaba, ben Hispaniolan Solenodon (Solenodon paradoxus)

Bana Aguta da diyebilirsiniz. Semirmiş bir tarla faresi gibiyim. Ama fare gibi sümsük değilim, ısırırsam zehirlerim, tükürüğünde zehir olan nadir memelilerdenim. Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'de takılıyorum. Avrupalı'lar bizim adayı kolonize etmeden önce buralardaki tek avcı tür bendim, ortamların kralıydım. Ama şimdi kediye köpeğe yem oluyoruz. Ayrıca size hiç şaşırmayacağınınız bir şey söyleyeyim: Yaşadığımız ormanları yok ettiğiniz için soyu tükenme tehlikesi altında hayvanlar listesine girmiş bulunuyoruz. Hep ünlü olmak istemiştik, sağolun varolun.

Son olarak, bizim hatunun meme uçları poposunun tam yanında. Bebeler süt emerken çok zorlanıyor, buna bi çare bulsak diyorum dinletemiyorum.